Hoş Geldin, Ziyaretçi!

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Eleştiri Kuramları 5. Ünite Özeti

Dijital

Member
Katılım
11 Ocak 2020
Mesajlar
77
ELEŞTİRİ KURAMLARI 5. ÜNİTE GİRİŞ Sosyolojik Eleştiri
—Sosyolojik (toplumbilimsel) eleştiri, edebiyat eleştiriciliğinin önemli alanlarından birisidir.
—Sosyolojik eleştiri edebiyatın toplum içinde doğduğu, toplum içinde var olduğu ve toplumun ifadesi olduğu, hatta
edebiyatın hayatı temsil ve taklit ettiği ilkesinden hareket eder.
—Sosyolojik eleştiri anlayışına göre edebiyatın ifade vasıtası dildir. Dili ise toplum yaratmıştır.
—Edebî eserin yaratıcısı olan yazarı, yazarın yarattığı eseri ve söz konusu eseri anlamlandıran okuru toplumsal koşullar
belirler. Yazar toplumda belirli bir yere sahiptir. Yazara toplumdaki yerini okur verir.
—Okur da toplumun bir üyesi olduğuna göre, hem yazarın hem de okurun sosyolojik açıdan belirgin bir anlamı vardır.
Bunlara ek olarak, edebî eserin içyapısını oluşturan geleneksel edebî sanatlar ve semboller (simgeler), toplumsal bir ortam
içinde yaratılmıştır.
—Yazar, söz konusu sembol ve edebî sanatları toplumun geleneklerinden, ortak repertuarından, yani ortak mirasından alır.
Bütün bunlar edebiyat ile toplumun ve buna bağlı olarak, edebiyat ile sosyolojinin belirli bir ilişki içinde olduğunu
göstermektedir.
EDEBİYAT-TOPLUM İLİŞKİSİ
—Yazar toplumun repertuarından aldığı ham malzemeyi, edebiyat tarihi boyunca gelişen geleneksel stratejiler ve kendi
yarattığı bireysel stratejilerle belirli bir eser yaratır.
—Söz konusu eser, toplumun belirli bir kısmını oluşturan okur kitlesi tarafından okunur, anlamlandırılır ve yeniden
yorumlanır. Bütün bunlar belirli bir sosyolojik düzen içinde gerçekleşir.
—Edebiyat ile toplum arasında iç içe girmiş bir ilişki vardır. Sosyolojik eleştiri bu ilişkiden ortaya çıkmıştır.
Edebiyat ile toplum arasındaki ilişki uzun zaman edebiyat toplumun ifadesidir (Wellek) düşüncesinden hareketle
açıklanmıştır.
—Edebiyatın tam anlamıyla toplumun ve toplum hayatının bir ifadesi olduğunu kabul etmek de doğru değildir. Çünkü sanat
bir taklit (öykünme) olduğuna göre, edebiyat da bir taklittir.
—Edebiyat toplumsal hayatı doğrudan yansıtmaz. Bunun yerine belirli ölçüde taklit eder. Bu taklit esnasında yazar toplumun
bazı yönlerini öne çıkarırken, bazı yönlerini geri planda bırakabilir. Bu durum yazarın eserlerinde toplumsal yaşantıların
belirli yönlerini taklit ettiğini göstermektedir.
—Edebiyat ile sosyoloji arasında diğer bir ilişki de, edebiyatın toplum hayatını taklit eden bir sanat olmasından ileri
gelmektedir.
—Edebiyat-sosyoloji ilişkisi, sosyoloji ile eleştiri arasındaki ilişkiyi de beraberinde getirmiştir.
SOSYOLOJİ-ELEŞTİRİ İLİŞKİSİ
—Sosyolojik eleştiri, edebî esere yönelik olarak sorulan “eser neyi anlatıyor?” sorusunun terk edilip, yerine, “eser nasıl
anlatıyor?” sorusunun konulmasıyla başlamıştır.
—Edebiyata nasıl yaklaşılmalı sorusuna sosyolojik eleştirinin vereceği cevap ortamı göz önünde bulundurmalı olacaktır.
Edebiyatı ortama göre değerlendirme çabasının geri planında edebiyatın anlamını, yönünü ve işlevini ortaya çıkarma gayreti
vardır. İşte tam bu noktada sosyoloji ve sosyolojik yaklaşımlar devreye girmektedir. Çünkü ortamı sosyolojik eleştiri
değerlendirir.
—Sosyolojik eleştiri edebî eserin içinde doğduğu yer ve zaman bağlamına yerleştirilmesini teklif eder.
Bu bakımdan sosyolojik eleştiri sanatçı ile sanatçının yaşadığı çevre ve dönem ilişkisini ortaya çıkarmayı amaç edinir.
(Alver)
—Sosyolojik eleştiri, edebiyata yaklaşırken kimi ilkelerden hareket eder. Bu eleştiri edebî esere, antik dönemden beri
süregelen taklitçi (mimetik) sanat anlayışının bakış açısıyla yaklaşır.
—Köksal Alver’e katılarak belirtmek gerekirse, sosyolojik eleştiri, edebiyatı sanatçının hayatın gerçekliğini yansıttığı, taklit
mekanizmasını işler hâle getirdiği bir alan olarak görür. Buna paralel olarak toplumla ilişki içindeki sanatçının bir ifadesi
olarak gördüğü edebiyatta, toplumsal olanın içkinliğini kabul eder.
—Sosyolojik eleştiri, edebiyatı kendi başına değil, toplum içinde gelişen ve toplumun bir ifadesi olan bir durum/alan şeklinde
tanımlar. Yazarı, eseri ve okuru toplumsal koşulların çepeçevre kuşattığı ya da belirlediği iddiasından hareketle, bu koşullar
üzerine eğilerek sanatla ilgili sorunları açıklamanın bir yolu olduğunu göstermeye çalışır (Alver).
SOSYOLOJİK ELEŞTİRİNİN TARİHÇESİ
—Sosyolojik eleştirinin belli bir tarihsel gelişim süreci vardır.
—Berna Moran’ın Edebiyat Kuramları adlı eserinde belirttiği gibi, sosyolojik eleştirinin başlangıcı
Giambastista Vico’nun La Scienza Nuova (Yeni Bilim- 1725 ) başlıklı eserine dayandırılır.
—Vico bu eserinde Homeros’u psikolojik ve sosyal açıdan yorumlamaya çalışmıştır. Vico’nun Yeni Bilim adlı eseri
sosyolojik eleştirinin temelini oluşturmaktadır.
—Sosyolojik eleştiri tarihi içerisinde, Vico’dan sonra üzerinde durulması gereken diğer bir isim Madame de Staël’dir. Staël,
1800 yılında Edebiyata Dair (De la Littérature...) adlı eserini yayımlamıştır.
—Madame de Staël’in bu eseri edebiyat-toplum ilişkisini inceleme amacına yöneliktir.
—Madame de Staël dinin, âdetlerin, kanunların edebiyat üzerinde, edebiyatın da din, âdetler ve kanunlar üzerinde ne gibi
tesirleri olduğunu söyler. Staël edebiyat eleştiriciliğinde sosyolojik yöntemi başlatmıştır.
Staël’in açtığı yolu daha sonra:
—Aber François Villemain
—Hippolyte Taine
—Gustave Lanson gibi önemli isimler, tarihsel, psikolojik ve toplumsal çerçevede devam ettirmişlerdir.
Lütfen özetleri gruplarda toplu olarak paylaşmak yerine sitenin adresini verin! Denemeler için siteye bakınız.

SOSYOLOJİK ELEŞTİRİNİN TEMSİLCİLERİ
Abel François Villemain
—Fransız tarihçi, edebiyat eleştirmeni ve siyasetçisidir.
—En önemli eseri 1828’de yayımlanan Cours de littérature française (Fransız Edebiyatı Dersleri) adlı eseridir.
—Villemain, eleştiri anlayışı bakımından Staël’e yakındır. Eleştiride nesnelliğin önemi üzerinde durmuştur.
Ona göre eser, ancak çevre, ülke ve uygarlıkların çözümlenmesiyle anlaşılabilir. Ancak bir eseri aydınlığa kavuşturabilmek
için, edebiyatın toplumun törelerini yansıttığını söylemek de yeterli değildir. Edebiyat, farklı tür ve görünümleriyle de
topluma bağlı bir sanattır.
Hippolyte Taine
—Fransız düşünürü, eleştirmeni ve tarihçisidir.
—Taine, sosyolojik eleştiri anlayışını sistemli bir yapıya kavuşturan isim olarak bilinir.
—Taine’in çalışmalarıyla birlikte sosyolojik eleştiri, eleştiri kategorileri içinde tam anlamıyla yerini almıştır.
—Taine hayatı boyunca bilginin deneye ve gözleme dayandığına inanan bir kişidir.
—Paris’te Ecole des Beaux-Arts’da verdiği derslerde XIX. yüzyılda gelişen pozitivist anlayın en önemli ismi olarak öne
çıkmıştır.
—Taine, geliştirdiği eleştiri anlayışında üç kategorinin edebî esere etkisini belirlemeye çalışmıştır. Bunlar
Irk, dönem ve çevredir. Taine’ın bu kategorileri onun edebî esere yaklaşımının sosyolojik ve tarihsel bir yaklaşım olduğunu
ortaya koymaktadır.
—Taine, ırk kavramı üzerinde dururken, biyolojik üstünlük kavramına yönelmez. Bu terimle daha çok bir milletin millî
özelliklerini kasteder. Her milletin kendine has duyarlılıkları olduğunu belirtir. Millî karakterin doğuştan geldiğini vurgular.
—Dönem (moment) kavramı tam olarak tanımlanmış değildir. Her zaman aynı anlamda kullanılmamaktadır.
—Çevre edebî metni açıklamada en önemli rolü oynar. Bu bakımdan Taine, edebî metnin üretildiği çevreye özellikle dikkati
çekmiştir. Çevreyi veya ortamı iklim, toprak, coğrafi durum ve toplumsal koşullar belirler. Bu unsurlar insanın karakterine ve
mizacına yön verir (Moran).
—Taine, eleştiri anlayışında toplumsal gerçekliğe ayrı bir yer vermiştir.
—En tanınmış eserlerinden biri, 1863’te yayımlanan İngiliz Edebiyatı Tarihine Giriş başlıklı eseridir. Fakat Taine’in bu eseri
günümüzde pek okunmaz. Çünkü Taine ileri sürdüğü yöntemi tam anlamıyla uygulamış sayılmaz. Ortaya attığı kavramlar
bilimsel kesinlikten yoksundur. Geliştirdiği yöntem bulanıktır. Fakat belirli bir tutumun ve yöntemin kurucusu olması
bakımından, Taine önemli bir isimdir.
DİKKAT: 19. yüzyıl Fransız edebiyat eleştirmeni ve tarihçisi Hyppolite Taine ünlü ortam kuramını (Milieu Teorisi)
ortaya atar. Taine, başta Recaizâde Mahmut Ekrem olmak üzere Tanzimat devri Türk edebiyatçılarını da epeyce
etkilemiştir. Taine’nın ortam kuramına göre, yazarı belirleyen üç temel faktör vardır. Bu faktörler ırk, ortam ve
andır. Taine’e göre bu faktörler yazarın psikolojisini, yazarın psikolojisi de eseri belirler.
Gustave Lanson
—Fransız edebiyatı tarihçisi ve eleştirmenidir.
—Fransa’da edebiyat tarihçiliğinin öncüsü olan Lanson, sosyolojik eleştirinin diğer bir önemli ismidir.
—Klasik filoloji anlayışını modern edebiyata uygulamıştır. Edebiyatın sosyal tarihe ışık tutacağına inanır.
—Lanson’a göre her edebiyat eseri bir sosyal olaydır. Edebî eser bireyin eseridir, ama bireyin sosyal nitelikler taşıyan bir
eseridir.
—Lanson, edebî eseri, birey ile toplum arasında bir bildirişim aracı olarak kabul eder. Edebî esere bakışta üç noktayı
özellikle vurgulamıştır. Bunlar gerçeklikle ilgili zevk, araştırma ve bireysel sezgilerdir.
—Lanson edebiyattaki zevki “entelektüel zevk” olarak adlandırır ve edebî zevki ayrı bir yere koyar. Ona göre edebiyat aynı
zamanda felsefenin yaygınlaştırılmasıdır (Alver). Böylece Lanson, edebiyatı hem sosyolojiye hem de felsefeye yaklaştırmış
ve edebî metne bakışta kısmen Hegelci bir yaklaşımı benimsemiştir.
SOSYOLOJİK ELEŞTİRİDEN YARARLANAN XX. YÜZYIL ELEŞTİRİ AKIMLARI
—Sosyolojik Eleştiri XX. yüzyılda daha çok taraftar bulmuş, bireysel çalışmaların da ötesine geçerek, kimi edebî eleştiri
ekollerinin yararlandığı bir eleştiri akımı haline gelmiştir. Bu eleştiri, Doğu bloğu ülkelerinde gelişen Marksist edebî eleştiri
anlayışının önde gelen isimlerinden George Lukacs ve Lucien Goldmann gibi isimlerin geliştirmiş oldukları eleştiri
yöntemlerinin dayanağını oluşturmuştur.
—Batı Almanya’da gelişen Frankfurt Okulu’nun iki önemli temsilcisi olan Walter Benjamin ve onun arkadaşı Theodor
Adorno da, eleştirel düşüncelerinde sosyolojik eleştiriden faydalanmışlardır.
—Eserlerini ağırlıklı olarak 1990’lı yıllardan sonra yayımlayan ve çalışmalarını edebiyat sosyolojisi üzerinde yoğunlaştıran
Peter V. Zima da yine sosyolojik eleştirinin yöntemlerinden yararlanmıştır.
Marksist Eleştiri: Lukacs ve Goldmann
—Marksist eleştirinin topluma dönük bir eleştiri olduğu konusunda bütün eleştiri tarihçileri fikir birliği içindedirler. Bu
açıdan bakıldığında, Marksist eleştiri sosyolojik eleştirinin önemli bir ayağını oluşturur.
—Maksist düşüncenin kurucuları Karl Marks ve Friedrich Engels’tir. Bu iki düşünür, edebiyat eleştirisi ile ilgili doğrudan
bir görüş ileri sürmemişlerdir fakat çeşitli eserlerinde ve dağınık yazılarında Marksist estetiğin temel çerçevesini çizmişlerdir.
—Marks ve Engels, sanatın duyulara hitap ettiğini ifade eden Hegel’in görüşlerini takip etmişlerdir.
Bu bakımdan Marksist düşünce felsefî anlamda Hegelci bir düşüncedir. Çünkü Marksist eleştiride edebî eserlerdeki
çokanlamlılık ve belirsizlik göz ardı edilmiş; bunun yerine, söylenen ile kastedilenin aynılığına dayanan katı bir açıklık
vurgulanmıştır.
Lütfen özetleri gruplarda toplu olarak paylaşmak yerine sitenin adresini verin! Denemeler için siteye bakınız.

—Friedrich Engels sanat ile ilgili düşüncelerinde tiplere ve tipik karakterlere vurgu yaparken, tam anlamıyla Hegelci açıklık
düşüncesinden hareket etmiştir.
Not: 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sınırları çizilen Marksist estetikten gelen veriler, 20. yüzyılın ilk yarısından
itibaren edebiyat eleştiriciliğinde kullanılmaya başlanmıştır.
—Marksist estetik, geniş anlamda sanatın kavramsal yönünü öne çıkaran ve toplumcu bir sanat
anlayışını benimseyen Hegelci estetiğin bir ürünüdür.
DİKKAT: Sosyolojik eleştiri edebiyata yönelik toplum odaklı bir bakış açısıdır. Bu eleştiri ünlü Alman düşünürü
Karl Marks’ın tarihi maddecilik (materyalizm) anlayışından kaynaklanır. Tarihî Maddecilik ekonomi kuramı üzerine
oturtulmuş bir tarih felsefesidir. Tarihî maddecilik anlayışına göre, tarihin gelişmesi birtakım kanunlara göre işler.
—George Lukacs ve onun takipçisi Lucien Goldmann, Marksist estetiği edebiyat eleştiriciliğine uyarlayan iki önemli
isimdir. Lukacs ve Goldmann, edebî eserleri Maksist doktrinin ilkeleri doğrultusunda incelemeye yönelik ilk yöntemleri
geliştirmişlerdir. ilk olarak Lukacs’a ve onun kuramsal görüşlerine bakalım:
DİKKAT: George Lukacs edebiyata dair araştırmalarıyla, tarihi maddecilik düşüncesine bağlı olan
eleştirmenler üzerinde bir süre etkili olmuştur.
—Lukacs’a göre sanat, kavrama indirgemeden zevk aldığımız özerk bir bütünlük değildir. Buna karşılık sanat ve
edebiyat, sosyal bütünlüğe işaret eden tarihsel bir olgudur.
George Lukacs
—Bir edebiyat kuramcısı ve siyasetçi olan George Lukacs felsefî anlamda Hegelci eğilimleri benimsemiştir.
—Lukacs’ın en önemli eserlerinden birisi 1920’de yayımlanan Roman Kuramı başlıklı eseridir.
—Lukacs Roman Kuramı adlı eserine bir önsöz yazmıştır. Lukacs’ın önsözde ifade ettiğine göre, bu eser, Hegelci felsefeye
ait bulguların edebî problemlerin çözümüne yönelik ilk uygulamadır.
—Lukacs 1923’te Tarih ve Sınıf Bilinci başlıklı diğer bir eserini yayımlamıştır. Bu eserinde Lukacs, Hegelci diyalektik
materyalizme ters düşen görüşler ileri sürmüştür. Buna rağmen, Lukacs samimi olarak Hegelci kalmaya devam etmiştir.
—Lukacs bütün tarihsel ve sosyal olguların anlamlı bir bütünlük yarattığı düşüncesini benimsemiştir. Bu fikir felsefî kaynak
bakımından Hegelci bütünlük fikriyle paralel bir düşüncedir.
—Lukacs sanatı ve edebiyatı felsefeden kesin sınırlarla ayırmıştır. Bu ayrımı, edebiyatın duygusal yönü üzerinde durarak
yapmıştır.
—Lukacs’a göre, yüksek edebî değere sahip eserler tipik karakterler, eylemler ve olaylar yaratarak belirli bir sosyo- tarihsel
durumun özünü ve hakikatini açığa çıkarırlar.
—Lukacs’ın yüksek edebiyat ile ilgili bu düşünceleri, Macar edebiyat kuramcısının Engelsci ve Marksist bir edebiyat
görüşüne sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Lucien Goldmann
—Marksist edebiyat kuramcısıdır.
—Goldmann aynı zamanda kendisini Lukacs’ın devamı olarak tanımlar. Başkaları tarafından da öyle tanımlanmıştır.
—Eserlerini Macar edebiyat kuramcısından aldığı ilhamla yazan Goldmann, bazı çalışmalarında Lukacs’ın kuramlarını
ispatlama yoluna gitmiştir.
—Goldmann’ın yaklaşımı, Lukacs’ın erken döneminde yazdığı eserlerinin bir devamı olarak düşünülebilir. Buna karşılık
Goldmann, Lukacs’ın sonraki yazılarından hiç etkilenmemiş ya da çok az etkilenmiştir.
İki edebiyat kuramcısının eserleri arasındaki ortak payda Hegelci bütünlük anlayışıdır.
—Goldmann edebî eser incelemelerine yönelik yeni bir kavram geliştirmiştir. Bu kavram anlamlı yapı (ing. signişfying
structure, Fr. structure signişcative) kavramıdır.
—Anlamlı yapı kavramı Lukacs’ın ve Marks’ın tip kavramına benzerlik gösterir. Anlamlı yapı hem yorumsal (hermeneutik)
anlamda hem de Hegelci anlamda belirli bir bütünlüğe işaret eder.
—Anlamlı yapı edebî metnin her bağımsız bölümünün ayrı ayrı açıklanması ve söz konusu bölümlerin aralarındaki ilişkinin
yorumlanması demektir. Metni oluşturan unsurlardan her biri, karşılıklı olarak veya kısmen belirli bir uyumlu bütünlüğü
yansıtır. Söz konusu uyumlu bütünlük genel bağlamla ve metnin anlaşılmasıyla ilişkilidir.
Edebî metindeki bir öğenin anlamı, bir bütünlük olarak düşündüğümüz eserin yapısının bütünlüğüne bağlıdır.
Goldmann, geliştirdiği edebî kuramda, bütünün parçalarla ve parçaların bütünle açıklandığı diyalektik bir ilişkiyi
savunmuştur.
—Goldmann edebiyatın genetik sorunları üzerinde çalışmıştır.
—Saussure’cü eleştirmenlerin edebî eserleri belirli sosyo-tarihsel bağlamda üretilme sebebini araştırmak için geliştirdikleri,
“eşzamanlı” (Fr. synchronique) incelemeye yönelik bakış açısını kendi yönteminden ayırmıştır.
—Goldmann kendi geliştirdiği edebiyat inceleme yöntemini genetik yapılsalcılık (Fr. structuralisme génétique) olarak
adlandırmıştır. Goldmann’ın edebiyat inceleme yöntemi, edebî metinleri tek yanlı mesajlarla kavramsal sisteme indirgeme
eğilimindedir.
—Goldmann edebî metnin belli bir süre içinde yeni anlamlar kazanma ve anlam aktarma özelliğini göz ardı etmiştir.
Frankfurt Okulu: Adorno ve Benjamin
—Frankfurt Okulunun en önemli isimleri Theodor W. Adorno ve Walter Benjamin’dir.
—Frankfurt Okulu kuramcıları, geliştirdikleri sanat ve edebiyat kuramlarında, Marksist eleştirmenler kadar olmasa da,
edebiyatta toplumsallığı göz önünde bulundurmuşlardır. Bu bakımdan Frankfurt Okulu, çoğu edebiyat kuramı ile ilgili
kitaplarda Marksist edebiyat eleştirmenleriyle birlikte ele alınmışlardır.
Frankfurt Okulu kuramcıları, bazı kavramları Marksist eleştirmenlerle ortaklaşa kullanmışlardır:
—Kapitalizm
—Maddileşme
—Yabancılaşma
—Değişen değerler ve hükmetme kavramları
Lütfen özetleri gruplarda toplu olarak paylaşmak yerine sitenin adresini verin! Denemeler için siteye bakınız.

Söz konusu kavramlara Frankfurt Okulu eleştirmenlerinin yükledikleri anlam ile Marksist eleştirmenlerin yükledikleri
anlam arasında farklar vardır.
—Hatta Frankfurt Okulunun önde gelen temsilcilerinden Theodor W. Adorno ve Adorno’nun arkadaşı
Walter Benjamin yukarıda sözü edilen kavramlara Marksist eleştirmenlerden farklı bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır.
Adorno’nun düşünceleri:
—Adorno’nun düşünceleri Hegelci Marksizm ile çelişen bazı hususlar içermektedir.
—Adorno’ya göre toplum, tarihsel süreçte sınıf hakimiyetinden kurtulmak için mücadelesini sürdürmektedir. Fakat bu
mücadele Marksist düşüncede olduğu gibi iyiye doğru değil, insanlığı felakete doğru sürükleyen bir seyir izlemektedir.
—Toplumda sınıf çatışması devamlılık göstermez. Buna karşılık bireyler belirli değer ve ilgilerden uzaklaşır. Bu
uzaklaşmanın sebebi kapitalizmin küresel sonuçlarıdır.
—Adorno, işçi sınıfının mücadelesiyle devrimci mücadelenin gerçekleşeceğine ve sosyalist devrimin başarılı olacağına
inanmaz.
Walter Benjamin’in düşünceleri:
—Walter Benjamin, toplumdan ve sanatkârca üretimden söz eder.
—Benjamin klasik ve romantik dönemin sonuna gelindiğine inanmaktadır. O, Baudelaire’ci ve öncü bir kuram
benimsemiştir.
—Benjamin’in geliştirdiği kuramlar uyumsuzluğu, çarpıtmayı, parçalanmayı ve şok deneyimlerini esas alır.
—Benjamin bu kavramları modern sanayileşmiş toplumların günlük yaşantılarıyla ilişkilendirir.
—Benjamin modernist bir sanat anlayışı geliştirmiştir.
—Benjamin ve Adorno materyalist bir tarih ve sanat kuramı geliştirmişlerdir. Buna karşılık sanatın kavramsal yönü üzerinde
dururken, temkinli bir dil kullanmışlardır. Onların bu tavrı, geliştirdikleri sanat ve edebiyat kuramının Immanuel Kant’ın
sanat kuramıyla, George W. F. Hegel’in geliştirdiği estetik kuramın arasında bir yerde yer almaktadır.
—Benjamin ve Adorno tarihi birikerek çoğalan bir özgürleşme süreci olarak değil, insanlığı felaketlere doğru sürükleyen bir
süreç olarak düşünmüşlerdir. Çünkü iki kuramcı da, hem Birinci Dünya Savaşına hem de ikinci Dünya Savaşına şahit
olmuşlardır.
—Savaş sonrası ortaya çıkan Doğu Bloğu ile NATO arasındaki çekişmeler, Benjamin’in ve Adorno’nun insanlığın
geleceğine dair olumsuz düşüncelerini daha da pekiştirmiştir. Bu bakımdan, çalışan sınıfların çabalarıyla insanlığın
özgürleşeceği inancı safdillikten başka bir şey değildir.
Adorno’nun düşünceleri geleneksel Marksist-Leninist düşünceye aykırılık göstermektedir. Bu aykırılığın geri
planında yeni bir anlayışın ve dünya görüşünün izleri vardır.
DİKKAT: Benjamin mekanik sanatlardaki çoğaltma tekniklerinin sanatın orijinalliğini yok ettiği inancındadır.
Benjamin’e göre orijinal bir tablonun tek olma gibi bir özelliği vardır.
—Benjamin’in üzerinde durduğu modernist ve öncü (avangart) sanat ve edebiyat anlayışı, yazarın havanın bozulması (ing.
destruction of aura) diye ifade ettiği terim ile ilgilidir.
—Benjamin, sanatları havaî (ing. auratic) ve mekanik (ing. mechanical) sanatlar diye ikiye ayırır.
—Benjamin auratik sanatları, nitelikleri açısından geleneksel sanatlar olarak kabul eder.
—Auratik sanatların dinî törenlerle ilişkisi vardır. Bu sanatlar tektir ve sadece benzerleri vardır. Buna karşılık, fotoğraf ve
film gibi mekanik özellikler taşıyan unsurlar sanatın havasını bozmuştur.
—Mekanik sanatların temeli, estetik nesne ile yayın imkânı arasındaki yeniden üretim ve tekrara dayanmaktadır. Böylece
sanat eserinin biricikliği ortadan kalkmış, sanat eserinin varlığı estetik nesne ve yayın imkânı gibi unsurlara bağlanmıştır
(Zima).
—Benjamin ve Adorno’nun geliştirdiği sanat ve edebiyat anlayışına göre, sanat ve edebiyat toplumsal gerçekliğin aynısı
değildir. Sanat ve edebiyatın gerçekliği farklı bir gerçekliktir. Sanat toplum gerçeğini yansıtmaz. Bunun yerine, topluma
örnek olur ve yol gösterir. Bununla beraber sanatın yine de bir toplumsal tarafı vardır. Sanatın yönü topluma doğrudur. Sanat
özerkliğini koruyarak ve toplumu sorgulama imkânını canlı tutarak toplum içindeki varlığını sürdürür. Gerçek sanat
statükoya direnmenin bir aracı olarak üretilecektir (Alver).
—Sanata yönelik bakışlarından dolayı Adorno ve Benjamin sıklıkla seçkinci ve aristokrat olmakla eleştirilmiştir. Onlar, kitle
kültürüne olumsuz bir gözle bakmakla suçlanmışladır. Bu eleştirileri Adorno ve Benjamin kendileri açısından dikkate değer
bir biçimde yanıtlamışlardır. Örneğin Adorno’ya göre, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan demokratikleşme
hareketleriyle birlikte, hâkim tröst ve karteller kitle sanatını -bizde 80’li yıllardan sonra ortaya çıkan arabesk sanat- insanlara
dayatmıştır. Bu dayatma, aynı zamanda ticarileşen sanatla ve hormonlu gıdalarla daha da pekiştirilmiştir. Hormonlu gıdalar,
ilaçlar ve uyuşturucularla toplumun bünyesi tahrip edilmiştir. Öte yandan, ticarileşen metinlerin ve filmlerin insanları
aptallaştırıcı bir etkisi olmuş, kitlenin zihinsel yapısı bozulmuş ve çürümüştür. Bu bakımdan uyuşturucu ilaçlar ve hormonlu
gıdalarla zihinsel yapısı bozulan ve çürüyen bir toplumun geliştirdiği popüler sanatın üzerinde durulmasının fazla bir anlamı
yoktur.
Bakhtin’in Çevresi
—Rus edebiyat kuramcısı Mikhail M. Bakhtin, Marksist estetiği oldukça farklı bir şekilde yorumlamıştır.
—Bakhtin’in geliştirdiği edebiyat kuramı, edebî metinlerdeki belirsizlik, çirkinlik ve grotesk unsurlarla ilgili bir kuramdır.
—Bakhtin, genel anlamda kabanın (grotesk), gülünçlüğün, popüler kültürdeki karnaval ve karnavallaşmanın üzerinde
durmuştur. Böylece Bakhtin, bir bakıma Marksist estetiğin geleneksel uyum, ciddiyet ve tek yanlı birlik anlayışına zıt bir
tutum benimsemiştir.
—Onun kuramları, estetik kaynak bakımından, Theodor Vischer ve Nietzsche gibi XIX. yüzyılın ikinci yarısında yetişen
Yeni Hegelci estetikçi ve filozoflarının görüşlerini esas almaktadır.
DİKKAT: Rus edebiyat kuramcısı Mikhail Bakhtin, geliştirdiği kuramlarla hâlâ güncelliğini korumaktadır.
Günümüzde pek çok edebiyat eleştirmeni Bakhtin’in kuramlarını izlemektedir.
Lütfen özetleri gruplarda toplu olarak paylaşmak yerine sitenin adresini verin! Denemeler için siteye bakınız.

—Nietzsche’nin kullandığı bazı kavramlar Bakhtin’in kuramlarının de anahtar kavramalarını oluşturmaktadır. Örneğin
Nietzsche’nin üzerinde durduğu daimî dönüş miti Bakhtin’in karnaval dünyasındaki ruh göçü (reenkarnasyon) fikri ile
benzerlik gösterir.
—Bakhtin’in ifade ettiği reenkarnasyon anı Nietzsche’nin daimî dönüş ilkesini hatırlatır.
Akıldışılık Bakhtin’e göre, bilinç ile bilinçsizlik, rüya ile uyanıklık arasındaki kaynaşmadan ileri gelen eleştirel ve
özgür bir ilkedir.
—Geliştirdiği kuramlarda zıtlıkların diyalektik birliğinden yola çıkan Bakhtin, aynı zamanda akıldışılığı keşfeden ilk
kuramcıdır.
—Bakhtin’in keşfettiği kavramlardan birisi de çoksesliliktir.
—Bakhtin özellikle Dostoyevski’yi çoksesli romanın kaşifi ve gerçek temsilcisi olarak görür.
—Bakhtin, Dostoyevski’nin romanlarındaki karnavallaşma, karmaşa ve çok seslilik gibi öğelerden dolayı, söz konusu
romanlara hayranlıkla bakmıştır.
—Bakhtin’e göre Dostoyevski’nin romanlarındaki karnavallaşma, karmaşa ve çok seslilik,
Hegelci estetiğin klasisizm, sistematik sentez, tekseslilik anlayışına zıt bir anlayıştır.
—Dostoyevski’nin metinleri teksesli değil çoksesli metinlerdir. Hatta bu romanlarda anlatıcı, metinde yer alan ve özerk olan
diğer seslere müdahale etmemiş, romanın hâkim sesi diğer seslerle diyaloga girmiştir. Bu bakımdan Bakhtin, bu romana ayrı
bir değer vermiş, özellikle çoksesli romanı edebiyatın gelişmesini sağlayan demokratik ve devrimci bir tür olarak
tanımlamıştır.
—Çokseslilik ve karnavallaşma her romanda var olan bir özellik değildir. Çok seslilik ancak büyük romanlarda görülür.
Örneğin Türk edebiyatında “angaje roman” diye adlandırdığımız belirli bir ideolojiyi ve dünya görüşünü savunmak üzere
yazılmış olan romanlar teksesli (ing. monophonic) romanlardır.
—Çok seslilik aynı zamanda tek yanlılığa, tipikliğe, uyumlu bütünlüğe ve ciddiyete meydan okumadır.
—Çok seslilik esasında Marksist-Leninist sistemin katı tutumuna gizliden gizliye bir meydan okuma ve bu sisteme karşı
demokratik bir açılımdır. Bu düşünceler Bakhtin’in Stalin tarafından sürgüne gönderilme nedenini de açıklar niteliktedir.
—Bakhtin aynı zamanda Marksist-Leninist estetiğin anahtar kavramlarına alternatifler sunmuş, bir bakıma Marksist-Leninist
estetiğe meydan okumuştur. Bakhtin Marksist eleştirmenlerin geliştirdiği tipiklik kavramını kabul etmez. Çünkü tipiklikte
otoriter bir ciddiyet, tek yanlılık ve hiyerarşik bir düzen vardır. Tipiklik tam anlamıyla bir bütünlük ölçütüdür. Sanatı tek
anlamlılığa indirger.
—Bakhtin tipiklik yerine karmaşıklığı önermiş, kapalılığa dayalı bir karmaşıklığı tercih etmiştir.
Karmaşıklık Marksistlerin tipiklik anlayışına bir karşı çıkıştır.
—Bakhtin, Hegelci anlamda sistematik diyalektik yerine zıtlıkların oluşturduğu birliği esas alan açık bir diyalektik
önermiştir. Bütün bunlar Bakhtin’in karnavallaşmayı, karmaşıklığı, gülünçlüğü ve çoksesliliği açığa çıkaran bir edebiyat
kuramı geliştirdiğini göstermektedir.
DİKKAT: Karnaval her türlü resmi konum ve ciddiyete yönelik alay, tüm hiyerarşilerin tepe taklak edilmesi,
davranış kurallarının küfür, müstehcenlik, aşağılama, kabalıkla ihlâli, bedensel iştahlara yönelik tüm aşırılıkların
kutlanması biçiminde kendini dışa vuran bir halk bilincinin mekânıdır (Bakhtin 2001: 24).
Orada zenginle fakir, siyahla beyaz, efendiyle köle, erdemli aile kadınlarıyla fahişeler yan yana oturur. Her sınıftan
insan aynı düzeye gelir (Akerson)
Eleştirel Edebiyat Kuramı: Zima
—Peter V. Zima, Avusturya’da Klagenfurt Üniversitesinde Genel ve Karşılaştırmalı Edebiyat Enstitüsü Müdürü ve Genel ve
Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
—Edinburg Üniversitesinde sosyoloji ve siyaset bilimi okuyan Peter V. Zima, lisans eğitiminden sonra çalışmalarını büyük
ölçüde edebiyat sosyolojisi ve edebiyatın felsefî temelleri üzerinde yoğunlaştırmıştır.
—Zima, 1970’li yıllardan itibaren estetik, karşılaştırmalı edebiyat, yapısökücü kuramlar, ideoloji, edebiyatın felsefî temelleri
vb. konularda yazdığı kitap ve makaleleriyle tanınmaktadır.
—XX. yüzyılda gelişen edebiyat kuramlarının felsefî ve estetik bir temele dayandırılarak ele alınması gerektiği tezinden
hareket eden Zima, bu bağlamda XX. yüzyılda gelişen belli başlı kuramların ya Kantçı ya Hegelci ya da Nietzscheci estetiğe
dayandığını iddia etmektedir
— Peter V. Zima’nın en önemli eseri Modern Edebiyat Kuramlarının Felsefesi (The Philosopy of Modern Literary
Theory) başlıklı çalışmasıdır. Bu kitap italyanca, Arapça, Çince, Korece, İspanyolca, Çekçe ve Türkçe dâhil olmak üzere,
dünyanın belli başlı dillerine tercüme edilmiştir
—Peter V. Zima, kitabında Yeni eleştiri, Rus biçimciliği, Çek yapısalcılığı, hermeneutik, okur tepkisi eleştirisi,
fenomenolojik eleştiri, Marksist estetik, göstergebilimsel eleştiri, yapısökücü eleştiri ve postmodern estetik üzerinde
durduktan sonra, eleştirel edebiyat teorisi veya teoretik teori adını verdiği yeni bir anlayışı önermektedir.
—Zima, önerdiği bu anlayışı, edebî gerçeklik -eğer böyle bir gerçeklik varsa-, çokanlamlılık ile tekanlamlılık, anlatım
düzeyi ile içerik düzeyi, kapalılık ile açıklık, sözmerkezcilik ile sesmerkezcilik arasında bir yerde aramaktadır.
—Edebiyat kuramlarında ideolojilerin rolünü yorumlayan Zima, Eleştirel Edebiyat Kuramına Doğru adlı eserinde ünlü
Alman bilgi sosyoloğu Karl Mannheim’in ideoloji ve Ütopya başlıklı eserinde ileri sürdüğü fikirlerden etkilenmiştir.
—Peter V. Zima’nın kuramsal görüşleri günümüzde edebiyat sosyolojisi ile ilgili tartışmaların temelini oluşturmaktadır.​